4 Ekim 2025 Cumartesi

Demokratik konfederalizm ya da yeni Proudhonculuk

Marksist siyaset teorisinin şekillenmesinde 19.yüzyılın etkili düşünürlerinden Proudhon'un görüşlerinin eleştirisi önemli paya sahip olmuştu. Günümüzde ortaya çıkan demokratik konfederalizm yaklaşımıyla marksist siyaset teorisi yerine Proudhonculuğun yeniden ön plana çıktığı görülüyor. 


Proudhon'un görüşleri

Proudhon iktisadi düzlemde tekelin, (kapitalist modern sanayi) araçların mükemmelleştirilmesi yoluyla genel zenginliği artırarak refahın büyümesine katkıda bulunduğunu belirtmekteydi. Proudhon'a göre tekel toplum için temel önemdeydi; çünkü tekel olmadan toplum ilkel ormanlardan asla çıkamaz ve hızla gerilerdi. Kendini hiç durmaksızın yadsıyan rekabetin tekeli yarattığını düşünen Proudhon'a göre rekabet topluma içkindi, ardından gelen ve rekabetin hem hedefi hem de amacı olan ve yokluğunda rekabetin asla kabul göremeyeceği tekel de rekabet kadar meşruydu ve meşru kalacaktı.(1) 



Proudhon, emek ile imtiyaz arasında arabulucu olsun diye toplumda yaratılmış olan kolektif gücün aracı konumundaki iktidarın, kaçınılmaz olarak sermayeye bağlandığını ve proletaryaya karşı yönlendirilmiş durumda olduğunu belirtmekteydi. (Agy, s: 212) 1844 olayları sırasında ücret artışı için grev yapan Rive-de-Gier maden işçilerinin, iktidarca kurşunlatılmasını kınamaya yanaşmayan Proudhon'a göre rekabetten, komanditten ve serbest ticaretten doğrudan doğruya kaynaklanan tüm sonuçlar yasaldı; oysa işçilerin grevi yasa dışıydı. (Agy, s:202)

Proudhon'a göre halkın durumunu iyileştirme amacıyla reformlar yapılması veya iktidarın sınıfsal bileşimini değiştirmek olanaklı değildi. Proudhon halkın iktidara karşı, toplumun kuralı olan otorite ve hiyerarşi ilkesine karşı, özgürlüğe ve mülkiyete karşı yasalar yapmasının imkansız olmaktan da öte, çelişik olduğunu belirtmekteydi. Proudhon'a göre her zaman sömürülen, her zaman küçük görülen halkın, kendi hükümranlığını denediğinde elde edeceği tek şey, kendi güçsüzlüğünün kanıtı olurdu. Halk iktidara karşı yasa yapmaya girişse de; mülkiyet, tekel, rekabet, sanayi imtiyazları, servet eşitsizliği, sermayenin üstünlüğü, hiyerarşik ve ezici merkezileşme, idari baskı, yasal keyfiyet korunur; ve bir yönetimin kendi ilkesi yönünde hareket etmemesi imkansız olduğundan, sermaye önceden olduğu gibi toplumun tanrısı olarak kalırdı. (Agy, s: 209) 

Marks'ın Proudhonculuk eleştirisi 

Proudhon'un Sefaletin Felsefesi isimli kitabında belirttiği görüşler Karl Marks tarafından kaleme alınan Felsefenin Sefaleti isimli çalışmada eleştirilmiştir. Felsefenin Sefaletinde, Proudhon ve taraftarlarına sosyal hareketin siyasi hareketi kendi dışında bıraktığını söylemeyin diye seslenen Marks'a göre aynı zamanda sosyal olmayan hiç bir siyasi hareket asla yoktu. (2, s:194)

Marks, Proudhon'un insanların edindiği üretici güçlerle bu güçlere artık karşılık gelmeyen sosyal ilişkiler arasındaki çatışmadan doğan büyük tarihi hareketin yerine kendi kafasının içindeki kaprisli ve acayip hareketi sunduğunu söylüyordu. Marks'a göre Proudhon her türlü siyasi harekete açıkça düşmandı ve sorunların çözümünü, halkın ortak eylemi yerine kendi kafasının diyalektik dönüşlerinde aramaktaydı. Marks'a göre Proudhon için hareket ettirici kuvvet kategoriler olduğu için, bu kategorileri değiştirmek üzere pratik hayatı değiştirmek gerekli değildi. Tam tersine kategoriler değiştirilmeliydi ve bunun sonucu mevcut toplumda değişiklik ortaya çıkardı. (2)

Marks, Proudhon'u Fransız küçük burjuvazisinin bilimsel tercümanı olarak tanımlamıştı. (Agy, s:213.) Marks'a göre Proudhon, esas itibariyle tarih bilgisinden yoksun olduğu için, insanların kendi üretici güçlerini geliştirdikçe, yani yaşadıkça, birbirleriyle belli ilişkileri geliştirdiklerini ve bu ilişkilerin mahiyetinin üretici güçlerin değişmesi ve gelişmesiyle birlikte zorunlu olarak değişmesi gerektiğini kavrayamamıştı. (Agy, s:206.) 

Marks'a göre Proudhon, teoride artı-emek formülünü, mevcut üretim şartlarını hesaba katmadan, eşitlikçi bir anlamda yorumlamakla yetinmekteydi. Pratikte de üretim şartlarını hiç bir suretle değiştirmeden, mevcut olan bütün zenginlikleri işçiler arasında eşit olarak paylaştırmanın yeteceğini düşünmekteydi. Ancak Marks'a göre böyle bir dağıtım, elbette, ona katılan bireylere yüksek bir yaşama düzeyi temin etmeyecekti. (Agy, s:109.)

Marks Proudhon'un bütün aradığının, birinin bir zaman hakim ve bir zaman ötekinin kölesi olduğu var olan fiili siyasal hareketlerin dengesini kurmak için yeni bir formül olduğunu belirtiyordu. Marks, Proudhon içinde olmak üzere küçük burjuvazinin temsilcilerinin hepsinin mümkün olmayanı, yani burjuva hayat şartlarının zorunlu sonuçları olmadan burjuya hayat şartlarını istediklerini belirtmekteydi. Bunların hiç biri burjuva üretim tarzının, tıpkı vaktiyle derebeylik tarzı gibi, tarihi ve geçici olduğunu anlamıyordu. Bu yanlışlık, onlara göre burjuva insanın her toplumun biricik mümkün temeli olması olgusundan doğmaktadı; bunlar insanların artık burjuva olmayacakları bir toplumu tasavvur edemiyorlardı. (Agy, s:210.)

Prodhon'un 19.yüzyılda savunduğu fikirlerin benzerinin günümüzün etkili siyasal figürlerinden Abdullah Öcalan tarafından da savunulduğu söylenebilir. Öcalan’ın demokratik konfederalizm kapsamındaki görüşlerinin 19.yüzyılda anarşist tezleri ile tanınan Fransız düşünürü Pierre-Joseph Proudhon’un görüşlerine paralelliği dikkat çekicidir.

Yeni Proudhoncu bir politika olarak demokratik konfederalizm 

Abdullah Öcalan demokratik konfederalizm başlıklı broşüründe anarşistlerin merkezi ulus-devlet inşasının tüm işçi sınıfı ve halk hareketleri için felaket olacağı ve umutlarına büyük darbe indireceğini öngörmelerinin gerçekçi olduğunu belirtiyor. (3)  Öcalan'a göre finans çağının kâr anlayışı ulus-devletin değişimini gerekli kılmaktadır ve günümüzde küreselleşme ile ulus-devlet aşılmaktadır. (Agy, s:4) Öcalan'ın küreselleşme ile aşılan ulus devlet yerine devlet olmayan bir devleti ve demokratik ulus örgütlenmesi olarak demokratik konfederalizmi önerdiği görülüyor. İşçi sınıfının iktidara gelmesi ve ulus devlet iktidarının değişmesi siyaseti ile kendi düşünceleri arasına mesafe koyan Öcalan, demokratik konfederalist anlayışını açıklarken reel sosyalizm dâhil, devlete dayanan bir sosyalizm anlayışını doğru bulmadığını belirtiyor. (Agy, s:3) Marks'ın Proudhon'a yönelik eleştirilerini anımsatır  şekilde günümüzdeki demokratik konfederalizm akımının da,  her ulusun içinde değişik sınıflar arasında ve çeşitli uluslar arasında hazırlanmakta olan savaşların yerine; yığınların, bu çatışmaların biricik çözümü olan, pratik ve şiddetli eylemi yerine; bu geniş, uzatılmış ve uzun zamandan beri süren ve karmaşık hareketin yerine yeni formüller koyma arayışında olduğu görülüyor. 

Öcalan'ın demokratik konfederalizmi ortaya çıkan belli sorunlara yönelik bölgesel ve geçici bir çözüm olmanın ötesinde her yerde geçerli olabilecek genel politik ilkeler bütünü olarak öne sürdüğü ve dünyanın sadece bir bölgesi için değil, geneli için önerdiği anlaşılıyor. Öcalan'a göre Dünya Sosyal Forumu gibi gevşek ve formsuz, devlet ve iktidar olmayan çeşitli emekçi ve halk birlikleri yetersiz kalmaktadır. Bu yetersizliğin giderilmesi için dünya demokratik konfederalizmi, bölgesel ve yerel ulusal demokratik konfederasyonlar, bunların parti ve sivil toplum aygıtları geliştirilmek durumundadır. (Agy, s: 7)

Proudhon genel olarak iktidar fanatiği olarak tanımladığı komünistlerin endüstride, kişisel refahı hedefleyen olumlu yarışın yerine, genel refah denilen uzak ve neredeyse metafizik bir motif koyarak tuhaf bir yanılsama içinde olduklarını öne sürmekteydi. (1, s:148) Proudhon'a benzer şekilde Öcalan'ın görüşlerinin de bir yönünü reel sosyalizm eleştirisinin oluşturduğu görülüyor. Öcalan'a göre temel paradigma devrim-iktidar-sosyalizm olarak öngörülünce, sonuçta devlet kapitalizminden başka bir şeyin oluşmayacağına şaşırmamak gerekir. (3, s:8.) Öcalan, çözüm araçları olarak dayatılan sınıf temelli devletlerin, sınırlı çözüm kapasiteleri yanında esas olarak yeni sorun kaynağına dönüştüğünü belirtiyor. (Agy, s:12.) Çünkü özgür, eşit ve demokratik toplum, iktidar ve devlet aygıtlarıyla oluşturulamaz; tersine bu aygıtlarla çelişir. Öcalan devlet tarzı partileşmenin 19. yüzyıla ait olduğunu, bu partileşmenin onun açısından aşıldığını ve Bolşevik Parti'nin buna dâhil olduğunu söylüyor. (Agy, s:14.)

Öcalan'a göre son yüzyılda özellikle gerek 'ulusal kurtuluş', gerek 'sosyalist kurtuluş' adına yürütülen ayaklanma ve savaşların da halk eylemliliği olarak kutsanması gerçekçi değildir. (Agy, s15.) Öcalan reel-sosyalist ve ulusal kurtuluşçu akımlara hâkim olan iktidarcı yaklaşımların (burjuva iktidarı yerine proletarya iktidarı, hatta diktatoryası; sömürgeci, işbirlikçi yönetimler yerine milli iktidarcı yaklaşımlar) tarihin en trajik yanlışlarını yaparak, bu anlayışları nedeniyle kapitalizme hak etmediği bir kendini sürdürme şansı sunduklarını öne sürmektedir. Bununla birlikte Öcalan'ın kapitalizme hak etmediği bir kendini sürdürme şansı sunmuş olduğunu söylediği,  proletarya iktidarı ve milli iktidarcı yönetimler yerine önerdiği demokratik konfederalizmin kapitalizme nasıl bir alternatif olacağı ise belli değildir. 

Öcalan savunduğu demokratik modernite anlayışı aracılığıyla, modern ulus-devletin evrenselci, düz, ilerlemeci ve kesinlikçi (olasılıklar ve alternatiflere kapalı yöntem anlayışı) yöntemle çizdiği yolda gerçekleştirmek istenilen homojen (tek tipli) insan, sürü ve kitle toplumuna karşı; çoğulcu, olasılıkçı, alternatiflere açık ve demokratik toplumu görünür kılan yöntemlerle cevap aradığını belirtiyor. Öcalan'a göre demokratik modernite farklı siyasi oluşumlara açık, çok kültürlü, tekelleşmeye kapalı, ekolojik, feminist ve temel toplumsal ihtiyaçlara cevap veren, topluluk tasarrufuna dayalı ekonomik yapısıyla kendi alternatifini geliştirir. Öcalan'a göre siyasal düzlemde kapitalist modernitenin ulus-devletine karşı, demokratik modernitenin siyasi alternatifini ise demokratik konfederalizm oluşturuyor. (Agy, s:11.) Ancak Öcalan’ın demokratik konfederalizmi kapitalist ulus devletin yerine geçmesi için değil onunla birlikte varlığını sürdürecek bir model olarak önerdiği görülüyor. 

Demokratik konfederalizm mi, antiemperyalist demokratik ulus devlet mi?

Demokratik konfederalizm ile kapitalist ulus devletin birbirinin alternatifi olmaması, Öcalan’ın demokratik özerklik ve onun çatısı olarak değerlendirdiği demokratik cumhuriyete bakışı üzerinden ele alınabilir. Öcalan’a göre demokratik özerklik; Kürt halkının temel ulusal haklarının Türkiye'nin demokratikleşmesi çerçevesinde tanınmasıdır... Türkiye'nin demokratikleşmesi çerçevesinde Kürt halkının ulusal kimliği tanınırsa, kimliği anayasal olarak güvence altına alınırsa, temel ulusal ve demokratik hakları olan anadilde eğitim, kültürünü özgürce yaşama ve geliştirme özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, Kürt kimliğine dayalı olarak siyaset yapma ve örgütlenme özgürlüğü kabul edilirse, demokratik özerklik ilişkisi oluşmuştur denilebilir. (4) 

Öcalan bir taraftan bir çatı örgütü olarak demokratik cumhuriyetin kurulabilmesi için ulus devlet iktidarının sınıf bileşiminin değişmesini gerekli görmezken, diğer taraftan bu ulus devletten bağımsız olarak onun bir alt birimi olan demokratik konfederalizmin var olabileceğini öne sürüyor. Öcalan’a göre devlet Kürtlerle demokratik özerklik ilişkisi kurabilir, Kürtlerin temel haklarını ve konfederal örgütlenmelerini de tanıyabilir, bunun sonucunda adına demokratik cumhuriyet denilen bir yapı ortaya çıkabilir. Ancak Öcalan'a göre bu demokratik konfederal sistemin kurulduğu anlamına gelmez. Demokratik konfederalizm tamamen halkların emek ve çabasıyla var olabilecek bir sistemdir. Toplumun bilinçli ve örgütlü hale getirilmesiyle devletin toplum yaşamından uzaklaştırılarak, işlevsizleştirilmesini esas alır. (Demokratik konfederalizm) Devlet dışı kalmış halkın kendi öz örgütlülüğü ve yaşam biçimidir. (Agy, s:96.) Öcalan'a göre demokratik cumhuriyet ise daha genel bir kavramdır. Bir çatı görevini görür; cumhuriyetin demokratikleşmesidir. 

Öcalan'a göre cumhuriyet, eğer bünyesinde barındırdığı farklı ulusal, dinsel ve kültürel kimliklerin varlıklarını tanırsa ve bu farklı kimliklerin özgürce örgütlenmesini kabul ederse, o zaman demokratikleşir. (Agy, s:95.) Peki cumhuriyet  bünyesinde barındırdığı farklı ulusal, dinsel ve kültürel kimliklerin varlıklarını tanımaz ve bu farklı kimliklerin özgürce örgütlenmesini kabul etmezse ne olacaktır? Bugüne kadar bünyesindeki farklı ulusal, dinsel ve kültürel kimliklerin varlıklarını tanımayan ulus devlet yapısı olarak burjuva cumhuriyet, iktidarın sınıfsal yapısı değişmediği sürece, devletin toplum yaşamından uzaklaşacağı halkın öz örgütlenmesi olarak demokratik konfederalizmi neden tanısın?

Öcalan, devlet olmayan siyasi yönetim biçimi olarak tanımladığı demokratik konfederalizmin demokratik yönetimini, devletin idari yönetimiyle karıştırmamak gerektiğini belirtiyor. Öcalan’a göre devletler idare eder, demokrasiler yönetir. Devletler iktidara dayanır, demokrasiler kolektif rızaya dayanır. Devletlerde atama, demokrasilerde seçim esastır. Devletlerde zorunluluk, demokrasilerde gönüllülük esastır. Peki Öcalan'ın rızaya dayalı demokrasileri, daha öncesi parçası oldukları zora dayalı devletlerin yanı başında nasıl var olabileceklerdir? Günümüzde zora dayalı devletlerden biri olan İsrail tarafından ABD’nin desteğiyle  yürütülen Filistin operasyonu ile Filistin halkı topraklarından sürülmektedir. Filistin’de gönüllülük esasına göre oluşturulabilecek olası bir demokratik konfederalist yönetim modeli, dışarıdaki zorba devletlerin egemenlik mücadelesinden korunmadığı sürece nasıl ayakta kalabilecek ve yerel halka kendi öz örgütlülüğünü kurma olanağı sağlayabilecektir?

Proudhon ile Öcalan'ın görüşlerinin benzerliklerinden biri diğerini iktisadi ve sosyal sorunların çözümünü iktisadi olmayan kavramlarla ele almaları oluşturuyor. Marks Proudhon'un rantın kaynağı ile ilgili görüşlerinden alıntı yaparak onun, rantın ve mülkiyetin ekonomik kaynağını anlamaya muktedir olmadığını belirtmekteydi. Bu nedenle Marks'a göre Proudhon servet üretimi ile ancak çok uzaktan bağıntısı olan psikolojik ve ahlaki düşüncelere başvurmaya mecbur kalmaktaydı. (1, s:170) İktisadi ve sosyal sorunlara ahlaki yaklaşımla çözüm aranması Öcalan'ın görüşlerinde de karşımıza çıkıyor. Öcalan'a göre doğru, iyi ve güzel olana, ancak toplumun ahlaki ve politik niteliğini tam sağlayarak, demokratik siyasetle yürüyen bir demokratik konfederal sistemle ulaşılabilir. Ulus-devlet doğrudan demokrasinin inkârı ise, demokratik konfederalizm onun işlevselleştirici biçimi konumundadır.

Öcalan marksist değer teorisinin günümüzde geçerli olmadığını da savunuyor. Öcalan’a göre değer teorisinin kapitalizme karşı çıkışı, radikal bir karşı çıkışı bulunmuyor. Bu teori iki yüzyıl daha kapitalizmi yaşattı ve bugüne getirdi. Öcalan değer teorisinde toplumun çözümü, dini ve siyasi çözümünün olmadığını, sadece ekonomik olduğunu söylüyor. (2, Agy, s:31.) Öcalan’a göre, değer teorisi kadınların ev içi emeğinin görünmez kılınmasına yol açmış da bulunuyor. 

Gerçekte ise marksist değer teorisi kadınların ev içi emeğinin görünmez kılınmasına karşıt bir içeriğe sahiptir. Marks’a göre bizzat kendisi bir meta olan emek, emek metasını üretmek için gerekli olan emek zamanı ile ölçülür. Buna göre emek metasını üretmek için emeğin devamlı bakım ve muhafazası yani işçiyi sağ ve neslini üretecek durumda tutmak için vazgeçilmez olan şeyleri üretmek için gerekli olan emek zamanına gereksinim bulunmaktadır. (1, s: 55.) Kadınların ev içi emeğinin görünmez kılınmasının nedeni marksist değer teorisi değil, kadınların ev içi emeğinin karşılığının ödenmediği ve ev içi bakım yükümlülüğünün tümüyle kadınların üzerine bırakıldığı kapitalist ulus devlet yönetimidir. Devletin kamusal işlevlerinin budandığı neoliberal dönemde kadınların ev içi bakım yükümlülüğünün ağırlaştığı biliniyor. Ancak Öcalan'ın demokratik modernite anlayışı, neoliberal politikalara karşı çıkma şöyle dursun, kendi gerekçelerinden birini finans kapital çağında kar anlayışının ulus devletin değişimini gerekli kılması olarak açıklıyor. Öcalan, neoliberal reformlarla ulus devletin kamusal işlevlerinin daraltılması sonucunda kadınların ev içi bakım yükünün artmasına çözüm olarak devlete ait kamusal hizmetlerin yaygınlaştırılmasını önermiyor. Çünkü onun önerisi devlet olmayan bir devlet olarak demokratik özerkliktir ve bunun için, kamu hizmetlerini daraltan ulus devlet iktidarının sınıfsal bileşiminin değişmesine gerek olduğunu düşünmüyor.

Yeni Proudhoncu bir politika olan demokratik konfederalizmin marksist siyaset teorisinin yerine önerildiği görülmektedir. Marksist siyaset teorisinin emekçiler ve ezilenler için kendi öz siyasetlerini yapma biçimi ve olanağı olduğu Ekim Devrimi ve Çin Devrimi pratiği sırasında ortaya çıkmıştı. Ekim Devrimi ve Çin Devrimi ile kurulan işçi sınıfı ve ezilenler iktidarının geri çekilmiş olması; işçi sınıfı ve ezilen halkların iktidara gelemeyeceği ya da iktidarda kalamayacağı anlamına gelmez. Öcalan tarafından ortaya konulan demokratik konfederalizm yaklaşımı her ne kadar devlet dışı kalmış halkın öz örgütlülüğünü hedefliyor olsa da emekçiler ve ezilen halklar için yeni bir siyaset yapma biçimi ve olanağı değildir. 

Kaynaklar:
1. P.J.Proudhon. Sefaletin felsefesi. Kaos yayınları, 2012, s:176. 
2. Karl Marks. Felsefenin Sefaleti, Sol yayınları, 1966, s:211.
3. Abdullah Öcalan. Demokratik Konfederalizm. Abdullah Öcalan Sosyal Bilimler Akademisi Yayınları, s: 17.
4. Kürt sorununda çözüme doğru demokratik özerklik. Abdullah Öcalan Sosyal Bilimler Akademisi yayınları, 2009, s:92.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder